29 Nisan 2010 Perşembe

KÜLAHIMA ANLAT

Arkadaşlar artık her şeyi yazıp, içimizi dökebileceğimiz bir bloğumuz var: burası!
Ben de bu blogda yazarım, sizlerin de yazdıklarıyla zenginleşecek henüz çok yeni, sevgili arkadaşım Chilek de yazarlara arasında. DAha çok yazalım, içimizi dökelim, kendimizi özgürce ifade edelim:)
Paylaşayım istedim.

PİLATES


Arkadaşlar bu aralar pilatese kafayı taktım. malum yaz geliyor daha formda bir vücut için yapmaya başlıycam. Hatta dvd ler alıp evde de yapıcam. Biraz araştırdım herkes 5 seansta bile farkedersiniz demiş. Uzun zamandır da istiyordum, hadi bakalım! Denedikten sonra sonucu sizlerle paylaşırım yine.
İnternette de pilates ile ilgili videolar var, sizlerle de paylaşmak istiyorum, denemek isteyenler buradan lütfen...

Bunları düşünürken bir yandan da Barbra Streisand dinliyorum, tıklayın!

CIVIL CIVIL


Yaz gelsin artık, şöyle cıvıl cıvıl giyinelim. Twist'in yaz koleksiyonundan parçalar bunlar, dahası için tık!

26 Nisan 2010 Pazartesi

YAZ GEÇER-MURATHAN MUNGAN



YALNIZ BİR OPERA
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim oysa
bilmediğin bir şey vardı sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hâlâ hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin: Ve
hâlâ biliniyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi Terk ettin
Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik par ça yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir
yazdı. Yoktun. Kim sesizdim. Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki küskün kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgâr gibi geçmişti Mayıs. Seni bir şiire
düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki
şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kâğıt aklığına, belki de ilk kez
giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler
kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına
saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını
Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri. Döndüğünde eksik, noksan bir
şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri
hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı.
Kınlmış bir şeyi onanr gibi başladık yarım kalmış arka daşlığımıza. Adımlarımız tutuk,
yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. Zamanla gözlerimiz açıldı,
dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin
artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. Birbirine uzanamayan Boşlukta iki yalnız yıldız
gibi Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz
olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük
şiirin
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden Ne kalacak
Şimdi biz neyiz biliyor musun? .
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir
anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlayamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan
dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır içinizdeki
ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar Bir aşkı
yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar,
eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar korkarsınız sözcüklerden,
sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size . .
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saat tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir
çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam,
dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir
felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir ânın, yalnızca bir ânın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar
Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaralan nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri
gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da
bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak,
yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla
baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek
şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir
Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamlan, önemi kavranır. Bir
zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı
halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen Zaman sizi kanatır
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden __________
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzun uzak yollan tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgâra verdiğim yıllan
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı, bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikâyelerini de...
korsan yazılan, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yollan ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri.. .panayır yerleri...
ölü kelebekler...ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
aşkın bir yolu vardır
her yaşta başka türlü geçilen
aşkın bir yolu vardır
her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazlan daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey
şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren
1986-87, istanbul

21 Nisan 2010 Çarşamba

KENDİNİ UNUTMUŞ TÜRK KADINI


Eskiden beri çok rahatsız olduğum bir durumdur bu: Kendini unutmuş kadın profili.
Onlara hediye alınırken hep eve alınır, hatta kendine hediye almaz evine birşeyler alır. Balkonun yapılma amacı hava almakken kapattırır, bahçesi varsa dört tarafı kapalı çardak yaptırır, hep kendini kapatmaya uğraşır. Onların evinde düzenli olmayan bir minik alan varsa hasta dahi olsa yatamaz, geceleri uyuyamaz.Gömleklerin hepsi ütülenip dolaba yerleştirilmeden, ayakkabılar yerlerini almadan oturup çayını içemez. Yemek yiyip o masada uzun uzun sohbet edemez, yendiyse yemek hemen toplanır masa.
Kendini unutmuştur!Hayatın keyfini çıkarmak nedir bilemez, hep öncelikleri vardır, saymakla bitmez...
Elbette öncelikler olsun, her yer düzenli ve temiz olsun ama bazen olamıyorsa da hayatı zehir etmesin. Bazen her şey mükemmel olamaz. Bazen dağınıkken bir yerler tadının çıkarılması gereken anlar vardır, onları atlamaya başladıysak sonu gelmez ve çığ gibi büyüyüp tüm hayatımızı sarmaya başlar bu kuruntular...
Böyle biri olmaktan kokuyorum sanırım.

20 Nisan 2010 Salı

HAND MADE


Ta-Taaammmm! Yeteneksizim dediysem o kadar da değil:)) İlk yaptığım güller olduğu için çok başarılı olduklarını söyleyemem, ayrıca biraz da fantazi olmuş kabul ediyorum ama devamı gelecek...Beğendiniz mi?

19 Nisan 2010 Pazartesi

OYSHO-2


Arkadaşlar, yoğun istek üzerine Oysho'nun 2. sini geciktirmeden yayınlıyorum:)
İnternetten ulaşmak isteyenler buraya!

18 Nisan 2010 Pazar

EJDER KAPANI


Bayağıdır izleyemediğim Türk filmlerini izleme dönemindeyim. Sinemaya gidip Türk filmi izlemeyi sevmiyorum. Ama bu film sinemada da izlenirmiş. Yönetmeni Uğur Yücel, aynı zamanda oynuyorda. Kendisi bir üstad olduğundan çok beğeniyorum demek ayıp . Seri çözmeye çalışan cinayet masasının yaşadığı olayları konu alan filmde ayrıca Kenan İmirzalıoğlu, Berrak Tüzünataç, ceyda Düvenci ve Nejat İşler de oynuyor. Minicik bir ipucu da vereyim filmle ilgili: Al Pacino ve Robert De Niro nun oynadığı bir film vardı Righteous Kill diye, işte biraz ona benziyor.
Ben beğendim, bir filmde yönetmenin ne kadar iyi olduğunu bir kez daha görmüş oldum.
Tavsiye ederim!

17 Nisan 2010 Cumartesi

SOUL KITCHEN


Keyifli bir film, Fatih Akın'ın diğer filmleri kadar iddialı değil. Özellikle Duvara Karşı kadar etkileyici değil. Konusu ise şöyle: Salaş bir restorant işleten bir adamın dahi bir şefi işe almasıyla restoranın ruh kazanması üzerine örülü olayları anlatıyor.
Issız Adam'la başlayan dahi şefin restoran sahnelerini izlemeyi seviyorum. Yemek, özellikle de sunum zevkinin hayatı biraz yansıttığını düşündürüyor.
Tavsiye ederim.

16 Nisan 2010 Cuma

GWEN STEFANI


Bu gün öğle arasında iş arkadaşımızın 40 günlük bebeğini sevmeye gittik:)) İşe dönünce herkesde huzur ve manasız bir gülümseme hakimdi.
Ben de Gwen Stefani dinliyordum ve onun anneliği geldi aklıma, 7 yıldır Gavin Rossdale ile evli.
Seviyorum, kimseye birşey ispatlama derdi olmayan havasını.
Dinlemeyi sevenler de buraya tıklasın!

15 Nisan 2010 Perşembe

BAHAR HER ZAMAN HEYECANLA GELMİYOR TABİ


Bahar geldi, ne güzel geldi derken işyerinde de herkes hasta. ÖZellikle de bu gün hiç çıt çıkmıyor, herkes de bir yorgunluk, biz bezginlik, tartışacak enerjileri bile yok:) Herkesin gözü yatıp uyumakta anlayacağınız:))

İSYAN GÜNLERİNDE AŞK

Bazı psikoayrıntıları(özellikle kadınsal olanları) nasıl bu kadar güzel anlattığına şaşırdığım adamların başında Ahmet Altan gelir. En son üniversite 1. sınıfta okumuştum kitabını. Bir de şimdi ikinci bir kitap olarak okuyorum İsyan Günlerinde Aşk'ı. Her kitabı gibi sürükleyici.


..."Her biri aslında gizli kalmış bir tiyatro oyuncusu olan hocalann çoğu gibi
anlattıkça kendi sesinin ve tiradının coşkusuna kapılan Profesör Konçarov,
felsefenin 'hayat nedir' gibi çok basit ve sıradan olan ve sıradanlı-ğından
dolayı da insan kaderinin içine hapsolduğu alay cı bir manasızlığı işaret
eden sorunun cevabını aradığını, hiçbir zaman bu cevabı bulamayacağım
bilmenin görkemli çaresizliğıyle büyülendiğini ama cevapsız soruların
peşinde koşarken insanlara cevaplan bulunabilecek başka sorular
sunduğunu ve hep arayan felsefenin aksine hep bulan bilimin yolunu açtığını
anlatırken Rukiye'nin hiç unutmayacağı ve onun hayatını değiştirecek bir
cümle söyledi:
- Felsefe, dinin huzursuz kardeşidir. O âna kadar Profesör'ü, hiçbir
kelimesini kaçırmamak gayretiyle sessizce dinleyen Rukiye birden atıldı:
- Felsefeyi dinle bir mi tutuyorsunuz Profesör?
Şeyh babasına olan kızgınlığından dolayı dine hep uzak duran, dini inançlan
küçümseyen, böylece babasını da küçümseyip onu sarmalayan o efsanevi
çekicilikten kendini kurtarmaya çabalayan Rukiye, dinin, felsefenin yanında
anılmasına şaşırmıştı.
Profesör, Rukiye'nin babasının bir şeyh olduğunu biliyordu, dine olan
tepkisini de anlıyordu, düşünürken hep yaptığı gibi dudaklarını büzdü.
- Bir yaz gecesinde küçük kızım, otların üstüne uzanıp yıldızlarla dolu
gökyüzüne baktığında, eğer bu. bir yaz romantizminin, dans ya da şarkı gibi
o geceye tat katan bir süsü değilse, gerçekten gökyüzüne ve yıldızlara
bakıyor ve onları görüyorsan, o gökyüzünün kapıları iki yere açılır o zaman,
dine ve felsefeye... Din, o muhteşem kâinatın yaradılışını Allah'a bağlar ve huzura kavuşur, onun için din insanlara huzur ve güven verir, insanoğlunun en çok merak ettiği sorunun
cevabını kendince bulmuştur çünkü; felsefe ise, demin de söylediğim gibi
dinin huzursuz kardeşidir, o, bulunan hiçbir cevaptan tatmin olmaz, her
cevaptan sonra yeni bir soru daha sorar."...

Kitaptan alıntıdır!

13 Nisan 2010 Salı

FOTOĞRAF ÇEKİMİ DEDİĞİN...


Fotoğraf çekimi dediğin işte böyle olur! Bir hikaye yazılır, oynanır, sonra hikayenin bir yerinde bir kare çekilir. Fotoğrafı görenler hayal güçlerini çalıştırarak hikayeyi tamamlarlar. Yukarıda görmüş olduğunuz bir film karesinden falan alınmış değil. Sadece bir kare fotoğraf. Ama benim kafamda bir hikayesi var, hatırlattığı şeyler var.
Size de öyle gelmiyor mu?

12 Nisan 2010 Pazartesi

HAFTA SONU İKİ FİLM


İlk izlediğim film Vavien! Binnur Kaya'nın oyunculuğunu çok beğenirim ama bu filmden beklentim yüksek olduğu için sanırım beni kesmedi mi denir ne denir. Filmi orta diye tanımlayabilirim. Türk ailesine gerçekçi bir bakış diyelim eleştirmen ağzıyla. Filmin yönetmenleri olan Taylan biraderleri başarılı buluyorum, bu filmde de öyle.


İzlediğim ikinci film ise From Paris With Love oldu. Bu filme demükemmel diyemiyorum. Ama James Bond tarzı macera severler için tavsiye ederim. Bu arada ben Bond filmlerinden Casino Royale i severim, tavsiye de ederim.

POZİTİF ENERJİ


Kişisel gelişim kitapları, eğitimleri, konuşmaları her zaman beni itmiştir. Sürekliliğinin olmadığını düşünürüm. Böyle bir eğitime katıldığınızda veya bir kitap okuduğunuzda hemen gaza gelip şunu yapıcam bunu yapıcam sonra yapmalıyım en son da amaannn bi ara yaparımla der ve geçeriz. Tabi ciddiyetle bir şeyler anlatanları katmıyorum bu gruba.
Üstelik bu kişisel gelişim eğitimleri o kadar pahalıdır ki!Dünya para öder iyi vakit geçirir, 10 güne kalmaz unutursunuz. Çünkü uygulanabilir değildir.
Yine sinirlendiğim bir başka şey de ortaçağda cadı avcılığı yapan zihniyetin 90larda başlayarak uzaylı avcilığına çıkmasıdır. Uzaylılar var mıdır bilemiyoruz! Çünkü bu ülkede her gün belirli yerlerde teleskopla sabahlara kadar gözlemler yapılıyor.Teleskoplar da bilgisayara bağlı olduğundan örneğin ışık eğrisi çıkaracaksanız ışıktaki en ufak bir sapma bile bu eğriye yansıyor. Şimdi bilgisayarların bu kadara hassas olmasına rağmen gözlemleyemediği bir uzay cismini nasıl oluyorda bir cinfikirliler görebiliyor.
Bu yazdıkalrımdan asla uzaylıların olmadığını düşündüğümü sanmayın. Belki de varlar ve biz henüz onları farkedemedik. Ama ispatlanana kadar var ya da yok diyemeyiz değil mi?
Bir benzeri durum da zamanında muska taşıyanların yerini şimdilerde taş tutma, evrene pozitif enerji gönderme, kozmozu etkileme çalışmalarının almasıdır. Elbette ben de hep pozitif düşünmeye çalışırım, doğal taşları severim, ama asla hayatımın odağı haline getirmem. Şefkatle dokunmanın, sevginin, gülümsemenin, bir çok minik şeyi çözdüğünü düşünürüm. Ama o kadar! Her sorunu sadece böyle çözebileceğimi düşünmem. Gerçekçi olmaya ama yine de olaylara olumlu tarafından bakmaya çalışırım. Güzel hayaller de kurarım, ama onların hayal oldukları bilirim. Aksi bir hastalık olur de değil mi?

Not: Eğitim işini hakkını vererek yapmaya çalışan biri olarak bu yazının bu kadar sivri dilli olmasının nedenini yine de Pazartesi sendromuna bağlıyorum:))

11 Nisan 2010 Pazar

İTİRAFLAR-1

Üniversite 1. sınıftayken ailece de tanıştığımız çok yakın bir kız arkadaşım vardı. Birbirimizi gaza getirerek çok çılgın şeyler yaptırdığımızı düşündükleri için dönem dönem görüşmemiz yasaklanırdı. Yine böyle bir dönemde bir başka kız arkadaşımızı da yanımıza alarak Cumartesi günü Odtü çarşıda yemek yedikten sonra salak salak gülerek karşıdan karşıya geçiyorduk ki yakın arkadaşımın havada takla attığını sonra bez bebekler gibi hiç bir tarafına hakim olamayarak bir arabanın ön camına düşüp yere zıpladığını, hatta camı kırdığını gördüm. Aramızda bir adım bile yoktu. Yanına gittim bayılmıştı. Etrafımıza hemen bir sürü insan toplandı, hatta aralarında bir de doktor vardı. Ona çok hızlı çarpan çocuk genç ve ukala bir tipti. Doktor onu ayıltmaya çalışırken tam oaradan geçen asistan arkadaşımız hemen bi taksiye attı bizi ve en yakın özel hastaneye gittik. Karşıdan karşıya geçerken arkadaşım montumu giyinmek için benim çantamı tutuyordu. Sonradan öğrendik ki onu kurtaran o çanta ve içindekilermiş. Çantanın üstündeki demirler bile parçalanmıştı. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki napacağımızı bilemeden ağlıyorduk. Sonra hastanenin acilini hatırlıyorum. Bir süre bekledikten sonra içerden arkadaşım çıktı. Üzerine yeşil arkası açık hasta önlüklerinden vardı, ayağında kağıt terlikler, boynunda boyunluk vardı. İçerden gülerek çıktı ve çok yakışıklı bi doktor gördüm hemen gelin dedi:)) Biz onu öyle görünce rahatladık ve gülmeye başladık çocukluk işte. Ben daha 17 yaşındaydım. Her yeri morluk içindeydi. İçeriden bir doktor hemen yerine yatması için seslenince arkasını döndü ve yeşil önlükten görünen manzara korkunçtu:)) Yani içinde pek bişey yoktu ve görünen yerler de sargılıydı. Sonra asistan olan arkadaşımız hastane masraflarını ödedi ve çıkıp kaza geçiren arkadaşımın evine gittik. Evde kimse yoktu ve hastane masrafı o kadar yüksekti ki evde sürekli acaba neyi satarsak farkedilmez ve masrafları öderiz diye gülüşüp durduk:) Sonra arkadaşımın evine geldik. Annesi ve babası şehir dışındaydı. Durumu kimseye anlatamıyorduk ama para da bulmamız gerekiyordu. Neyse  o günü öyle geçirdik, ertesi gün arkadaşıma çarpan çocuk ziyarete geldi ve 5 dk oturduktan sonra ukalalık ederek gitti. Neyse bir kaç gün sonra annesi ve babası geldiğinde düştüğünü ve boynunun tutulduğunu söyledi. Sonraki bir kaç yılda boynundaki aks kayması yüzünden ara ara bayılan arkadaşımının durumunu üzerinden zaman geçtikçe hiç anlatamadık.
Şimdi düşününce anlatmamakla ne kadar tehlikeli bir iş yaptığımızı anlıyorum. Bu arada Odtü'de şu anda o yolda bulunan kasisler bu kazadan sonra yapıldı...

9 Nisan 2010 Cuma

Hayyam


Şu olan biten var ya boşver ona!

Taş yağsın isterse çok sürmez

Dakka şaşma dakka yaşamaya bak!

Ne geçmişi düşün, ne gelecekten kork...

Ömer Hayyam

8 Nisan 2010 Perşembe

OYSHO-1


Heralde Oysho için çıldırmayan kız yoktur değil mi? Böyle sadece alış verişle kafayı bozmuş kızlar gibi bir post hazırladım ama:)) Oysho'dan içeri girince nasıl oluyor bilmiyorum işte onlara dönüşüveriyorum. Gözüm hiç bir şeyi görmüyor. Üstelik giderek de dışarıda şurda burda giyinilebilecek rahat kıyafetler üretmeye başladılar ki vay halimize!
Devamını görmek için ismine tıklayın yeter.

7 Nisan 2010 Çarşamba

BASKÜL GELDİ KİLO DERDİ BİTTİ!


Özel istek üzerine şirketimizin yazılım ekibinin düzenlemiş olduğu kampanyadan bahsetmek istiyorum, daha doğrusu zorundayım:)
Sol alttaki minik yazıya dikkat lütfen: Bu servis hayır amaçlıdır, Ticari bir kaygısı yoktur! Nasıl da inandırıcı:)
NOT: İçlerinden birisinin diyet programı yazmışlığı da vardır:)

MURPHY WAS RIGHT!


Tam da Murphy'nin üçlemesini tamamladık derken birisi çıkıp o altılı değil miydi dedi ve der demez de 6 ya tamamlamak üzere yola çıkıldı. Pazartesi gününden itibaren iş hayatımız berbat gitmeye başladı.
Sonra gecenin bir yarısı telefonum çaldı ve çok yakında oturan bir arkadaşımın bebeği ateşlenmiş, doktora da gidildi ama ateş 4 gündür düşmüyor.
Nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde Murphy özel hayatıma da müdahele etmeye başladı.
Aslında ne iş hayatımızın kötü gitmesini hakedecek birileriyiz ne de arkadaşımın bebeğinin bu hastalığını açıklayabilecek bir teşhisi var.
Tüm bunlar neden oluyor bilmiyorum.
Tek bildiğim Murphy haklıydı! Bir şey kötü giderse her şey kötü gider!

 
Diyorum ki bu akşam sinemaya gideyim, düşüneyim ve içinden çıkamayıp eve gidip uyuyayım. Nasıl fikir?

6 Nisan 2010 Salı

ÇİÇEK DEKORASYONU


Artık o eski tip vazolar yok! Çiçekleri artık baardağa, kavanoza, fanusa yerleştiriyorlar ve ne kadar da şık duruyor. Bir de eskiden bu çiçekle şu çiçek olmaz renkleri uymuoyr derdik, artık o da yok. Siz ne dersiniz?

5 Nisan 2010 Pazartesi

ONLİNE ECZANEM'DEN TAM 19 KİŞİYE HEDİYEMİZ VAR

Didem bloğuna tıklarsanız online eczanemin çok güzel hediyeleri ile karşılaşırsınız, buradan buyrun!

HORMONLU DOMATES


Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz domatesler öğle yemeğinde yemeye çalıştığım salatanın içindeydi. Çekirdeği filizlenmiş, hatta yaprak açmış. Üstelik salatayı yediğim yer son derece büyük bir zincir ve salatayı alırken içine mısır atmadıklarını çünkü mısırın GDO'lu olduğu için kaldırıldığını söylediler. Eminim hepiniz yediğiniz içtiğiniz şeylere dikkat etmeye çalışıyorsunuzdur ama bu kadarı da pes doğrusu. Eğer tabağın kenarındaki dilimde gözüme çarpmasaydı(ki şimdiye kadar hiç çarpmadan yedim) tamamını yiyecektim. Tarım ülkesi olarak geldiğimiz yere bakın!

BAŞKA DİLDE AŞK


Dün akşam "Başka Dilde Aşk" filmini izledim evde. Bilmiyorum size de oluyor mu ama aşkam uyumadan önce güzel bir film izlemişsem etkisinden kurtulamıyorum. Film, sağır dilsiz bir çocukla duyup konuşabilen bir kızın aşkını anlatıyor. Yönetmeni çok başarılı olmasa da bence güzel bir film tavsiye ederim.

MUFFIN TARİFİ

Cumartesi günü yaptığım muffinlerin tarifini istek üzerine yayınlıyorum:
1su bardağı toz şeker, 2 yumurta ve 1 paket vanilya ile çırpılır. Püf noktası burada yumurtalar oda sıcaklığında olmalı ve önce yumurta ve şekeri çırpmak daha iyi kabarmasını sağlar. 1 paket kakao yavaş yavaş ilave edilir. 1,5 su bardağı elenmiş un ve 1 paket kabartma tozu katılıp karıştırılır. Bir başka püf noktası da son olarak neli yapacaksak o malzemeyi ekliyoruz ve karıştırıp 170 derece fırında pişiriyoruz.
Bu muhteşem tarifleri aldığım yer burada, hatta isterseniz gidip orada yaparak da öğrenebiliyorsunuz ve kesinlikle hiçbir pasta böreğin içinde katkı maddesi kullanılmıyor. Biliyorsunuzdur yediğimiz pastane poaçalarının tam olarak yarısı katı yağdan oluşuyor, katkı maddesini söylemiyorum bile.
Herkese afiyet olsun!

3 Nisan 2010 Cumartesi

BÖĞÜRTLENLİ MUFFIN


Bu gün Cumartesi olması münasebetiyle kendimi mutfağa attım. Önce böğürtlenli muffin yaptım, arkadasından börek ama muffinler çıktı ve çok lezzettli olmuş paylaşmak istedim:)Annemi bekliyorum, bu hazırlıklar ondan...

2 Nisan 2010 Cuma

BAHAR MI GELDİ NE?


Bir kaç günlük şehir dışı iş seyahatinden sonra herkese merhaba:) Çok güzel mailler aldım, herkese çok teşekkür ederim. Ben de çok özledim. Bu gün Ankara güneşli ve hafif esintili, ben de her şeyin cıvıl cıvıl olması gerektiği gibi bir his uyandırıyor. Bu balıklara bayıldım, içimi açtı.
Bu günün Cuma olmasının da bunda etkisi vardır zannediyorum.